Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.)'in Hayatı


Önceki
Mekkenin Fethi
Sonraki
Veda Haccı

Tebük Seferii

Dokuzuncu yılın Receb ayında Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, Tebük bölgesine gitmek üzere ordunun toplanmasını emretti. O güne kadar ordu toplansın denilirken gidilecek yer gizli tutulurdu. Bu defa açıklanması uzun süreli bir yolculuğa çıkılacağından dolayı idi. çünkü Tebük'le Medine arası bin km.dir.

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz ordunun ihtiyacı için gücü yetenlerin yardım etmesini istedi. Herkes elinden geleni yapıyordu. Hz. ömer malının yarısını getirmiş, Hz. bu Bekir ''Aile efradına ne bıraktın?...'' sorusu karşısında ''Allahı ve Rasulü'nü bıraktım'' cevabıyla karşılık vermişti. Hz. Osman'ın getirdiğine denk olacak derecede mal getiren olmamıştı. Bu arada sabaha kadar bir zenginin tarlasına kuyudan su çekip sulayan ve aldığı hurmanın yarısını çocuklarına bırakıp yarısını orduya yardım için getirenler de vardı. Bir kısım münafıklar onları eğlenceye almışlar ama Yüce Mevla indirdiği ayette onlara gereken dersi vermişti. Şöyle buyuruyordu: ''Müminlere, verdikleri sadakadan dolayı dil uzatan, ancak güçlerinin yettiğini bulup verenleri kınayan,onları eğlenceye alanlar var ya... Allah onları eğlenceye alacaktır, onlar için acıklı bir azab vardır.''(Tevbe Suresi, 79)

Hazırlıkların tamamlanması üzerine otuz bin kişiden meydana gelen ordu dokuzuncu yılın Şaban ayında yola çıktı. çıktı ama kendine bağlı bir grupla bir kenarda, sefer emrinin verilmesini bekleyen İbn Selul de hareket etti. Fakat onlar Medine'ye dönüyorlardı. Aynen Uhud harbinde Olduğu gibi yine bir bozgunculuk yapmak, orduda fitne ve fesat çıkarmak maksadıyla bunu yapıyordu. İhtimal ki onun Medine yolunu tuttuğunu gören orduda çözülme başlayacak ve İbn Selul muradına erecekti.

Bu arada bir kısım insanlar bu seferden geri kalmışlardı. İçlerinde pek samimi Müslüman olanlar da vardı. Onları tembellik geri bırakmıştı.

Yolculuk devam ederken Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz'in Kasva isimli devesi kaybolmuş, bütün aramalar boşa gitmişti. Münafıklar bu olayı değerlendirmekte gecikmediler. ''Gayb aleminden haber vermeğe çıkıyor, kaybolan devesinin nere de olduğundan haberi yok'' demeye başladılar. Bu sözler mü'minleri üzdü. Geldiler Efendimiz'e anlattılar. Hz. Peygamber (s.a.v.) :

-Ben ancak bir insanım, gaybı bilmem. Allah neyi bildirirse onu bilirim. Evet şu anda Cibril bana, devenin bulunduğu yeri haber vermiştir. Gidiniz, şu vadide şöyle bir ağaca yuları takılmış halde beklemektedir, dedi.

Bunları söylerken eliyle o vadiyi işaret etmekteydi. Gittiler, tarif ettiği şekilde buldular.

Yolculuk acı tatlı çeşitli olaylarla devam etti. Tebük'e varıldı. Fakat görünürde kimseler yoktu. Orada yirmi gün müddetle istirahat edildi. Bu arada Hz. ömer üç beş kişinin bir deveyi kesmek üzere hazırlık yaptıklarını gördü. Neden kestikleri belliydi, erzak tükenmiş umumi bir açlık baş göstermişti. Ama develer kesilirse bu kadar uzun yol yürünerek nasıl geçilirdi.

- Siz bu deveyi kesmeyin. En azından onun kesimini biraz erteleyin dedi. Hz. Peygamber'e (s.a.v.) geldi durumu anlattı. Sözlerine şöyle devam etti:

- Ey Allahın Rasulü, bu insanların binek hayvanına ihtiyaçları vardır. Siz bir dua buyurun, Allah da bereket versin.

Biraz sonra orduda, herkesin elinde bulunan yiyeceği getirmesi ilanı yapıldı. Getirilenler genişçe bir örtünün üzerine yığıldı. Pek az bir şey toplanmıştı. Un, yağ, hurma ve arpadan meydana gelen bu erzakın yanına gelen Efendimiz (s.a.v.), abdest aldı, iki rek'at namaz kıldı, Mevla'sına yalvardı. Da ha sonra herkesin bu erzakı torbalarına doldurmalarını emretti.

Gelen, kabını doldurup çekiliyordu. Bu dolduruş saatlerce devam etti. Orduda tıka basa doldurulmadık tek kap kalmamıştı. Artık Medine'ye varıncaya kadar açlık sıkıntısı çekilmeyecekti. Herkesin gözleri pırıl pırıl olmuştu. Medine'ye varıncaya kadar yiyecek bulunmuştu. Ayrıca Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz'in bir mucizesini görme mutluluğu ile gönüller coşmuştu.

Dönüş başladı. Yolda Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz,

- Medinede bir kısım insanlar vardır. Sizin geçtiğiniz her vadiyi onlar da geçtiler, gittiğiniz her yere onlar da beraber gittiler, buyurdu.

Bu sözlerle asıl maksadı, ''sizin aldığınız manevi mükafatı aynen onlar da aldılar'', demekti. Rasulullah Efendimiz sözlerine şu açıklama ile devam etti:

- Onları sizinle birlikte yola çıkmaktan özürleri alıkoy muştur.

Yüce Mevla ise bu sefere çıkanların büyük mükafatlar elde edeceklerini bildirmişti. Onların yol boyunca çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık hatta bir vadiye iniş ve bir yokuşu tırmanış hep kendileri için birer ecr ve mükafat olarak değerlendirilecekti. (Tevbe Suresi, 120-12 1)

Ancak bütün bunlar Hz. Peygamberin (s.a.v.) yanına tertemiz duygularla gelmeye, bu sefere Allah rızasını elde etmek maksadıyla katılmaya bağlı idi. Bu sefere fitne ve fesat çıkarma düşüncesiyle katılan, aynı açlığı, susuzluğu çeken aynı sıkıntıları beraberce yaşayanlar da vardı. Ama onların ellerine hiçbir şey geçmeyecek, üstelik perişan olacaklardı.

Bu sefere hiç mazereti olmadığı hade katılmayan ama dönüşten sonra Hz. Peygamber'e (s.a.v.) gelip yemin ederek mazeret beyan edenlere Hz. Peygamber (s.a.v.) bir şey dememişti. Fakat Yüce Mevla gönderdiği ayetlerle duruma açıklık getirdi. Şöyle buyurdu: ''Seferden dönüp yanlarına geldiğinizde size özür diliyorlar. De ki boşuna özür dilemeyin. Size inanmayacağız... Allah bize, sizin haberlerinizden bilgiler vermiştir. Bundan böyle Allah ve Rasulü sizin yaptıklarınızı görecektir. Sonra da gaybı ve hazırı bilen Allah'a döndürü leceksiniz, O size yaptıklarınızı haber verecektir. Kendilerinden razı olasınız diye size yemin edecekler. Siz onlardan razı olsanız bile Allah o fasıklar topluluğundan razı olmaz.(Tevbe Suresi, 94-96)

Ancak üç kişi Hz. Peygambere (s.a.v.) ''Bizim hiçbir mazereti miz yoktur. Allah'tan bağışlanmamızı dile'' diyerek geldiler. Suçlarını samimiyetle itiraf ettiler. Onlar hakkında sıkı bir uygulama başlatıldı. Hiç kimsenin ikinci bir emre kadar onlarla konuşmaması emredildi. Kırk gün süren bu cezadan sonra hanımlarının da evlerden ayrılması emri çıktı. Nihayet elli gün dolmuştu ki gelen Kur'an ayetleri bu üç kişinin tevbelerinin kabul edildiğini bildirdi. Bunlar Ka'b b. Malik, Hilal b. ümeyye ve Mür b. Rebi, idi.

öteden beri münafıkların reisi olarak bilinen- Abdullah b. Ubeyy b. Selul ömrünün sonlarına yaklaşmış bulunuyordu. Onun hastalandığını öğrenen Efendimiz (s.a.v.) ziyaretine gitti. Bu ziyaret sırasında ona: ''Yahudilere dost olmamanız sana defalarca hatırlatmıştım'' şeklinde bir söz söylediği nakledilir. Allah'a düşman olanlarla dost olmanın acı sonuçlar getireceğini ona bu sözlerle anlatmış oluyordu.

Yatağa düşmesi üzerinden yirmi gün kadar geçmişti ki görevli melekler geldiler, ona dünya hayatının sona erdiğini hatırlattılar. Böylece eşi bulunmaz bir nimete kavuşan ama bu nimetten asla faydalanmayı düşünmeyen hatta bulduğu her fırsatta o nimeti geri tepme sevdasına kapılan İbn Se lul'ün hayat defteri kapatılmış oluyordu.

Oğlu geldi, Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz'i buldu, elbisesini vermesini rica etti. Babama kefen yapacağım. Olur ki azabı hafifler diyordu.

Arzusu yerine getirildi. Hz. Peygamber (s.a.v.) onun cenazesinde bulunmak üzere gitti. Namazını kıldırmaması için ısrar eden Hz. ömeri dinlemedi ve namazını kıldırdı. Bundan sonra o defnedilecek ve Hz. Peygamber (s.a.v.) onun kabrinin başında durup onun için istiğfar edecek (bağışlanmasını dileyecekti). Kendisine bu konuda engel olmak isteyen Hz. ömere de ''Yetmişten fazla istiğfar ettiğim takdirde bağışlanacağını bilsem elbet yapardım'' demişti. Halbuki Yüce Mevla o ve o gibileri için ''Sen onların bağışlanmasını ister dile ister dileme. Şayet yetmiş defa onlar için bağışlanma dileğinde bulunsan yine onları Allah bağışlamayacaktır. Onlar Allah'ı ve Peygamberi'ni inkar etmişlerdir'' buyurulmuştu.(Tevbe Suresi, 80)

İbn Selul kabre konuldu. üzeri örtüldü. Hz. Peygamber (s.a.v.) oraya doğru ilerlemek üzereydi ki Cibril-i Emin onu durdurdu. ''onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma, bağışlanmasını dilemek üzere Kabri'nin başında durma. çünkü onlar'..Allahı ve Rasulünü inkar etmiş ve fasık olarak ölmüşlerdir'' anlamındaki ayeti getirdi.(Tevbe Süresi, 84)

Hz.Peygamber (s.a.v.) derhal geri döndü. İbn Selul artık azap melekleriyle baş başa kalacaktı.

Mekke'nin Ebu Cehil'i ne ise Medine'nin İbn Selulu o idi. Biri küfrün ve şirkin temsilcisi, diğeri nifak ve fesadın mümessili idi. İkisi de ölmüşlerdi ama dünya durdukça ne şirk ve küfür bitecek ne de nifak ve fesadın sonu gelecekti. çünkü bu ikisinin de kaynağı olan İblis için insanların tekrar diriltileceği güne kadar ölüm yoktu.

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz için bu yıl bir başka acılı günü daha getirdi. Hz. Mariye'den doğan oğlu İbrahim, henüz süt emen bir çocuk iken vefat etti. Efendimiz (s.a.v.) onu gözyaşları içinde defnetti. Bu arada Güneş tutulmuştu. Bir kısım insanlar:

- Güneş İbrahim'in vefatı sebebiyle tutuldu demeye çıktılar.

Hz. Peygamber kendi derdini unuttu, ayağa kalktı:

- Ey insanlar, Güneş de, Ay da Allah'ın kudret ve azametine delalet eden iki varlıktır. Hiç kimsenin doğması ya da ölmesi sebebiyle tutulmazlar, buyurdu. Daha sonra insanları topladı uzun uzadıya namaz kıldırdı.

O gün İbrahim'in kabri üzerine Peygamberimizin su dökmesi sebebiyle bir sünnet olarak, defnedilen insanın kabrine su dökülür.




Önceki
Mekkenin Fethi
Sonraki
Veda Haccı